top of page
PHOTO-2020-11-03-14-52-54.jpg

Beyazıt Cankurtaran

Araç-Amaç İkileminde

İnsan

14. yüzyılda Rönesans ile ortaya çıkan hü- manizm “felsefesi” (sahte bir şekilde) insanı merkeze alan bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmakta. Hatta daha da ileri giderek insanı kutsamaktadır (fakat madde anlamından öte- ye gidememekte!).

Modern zamanda ise durum vahim. Belki de anlatılan ve lanse edilen insanın “merkez- de” ve önemli olduğuna dairdir ama gerçekte olan bu değildir. Günümüzde insan, anlam ala- nını yitirmiştir. Sürekli olarak madde boyutu ve amaçları ön plana getirilmektedir.

Daha güçlü olmak, daha fazla ürün satabil- mek ve daha fazla para kazanabilmek için in- san gereklidir. Hedefe giden yolda insan tüketicidir, hedef kitledir; daha doğrusu araç ve vasıtadır. Sağlığı, psikolojilisi, hakkı ve hu- kukunun bir önemi yoktur. İnsanı maddeye indirgeyip sonra da maddenin kölesi yapan bir sistem...

Yapılan planlar, projeler ve programlar dün- yanın elit ve zengin azınlığının menfaatine yöneliktir. Hakim olan sistem, kapitalizm bu- nu istemekte. Bariz bir şekilde servet ve hak eşitsizliği ortadadır. Dünyanın en zengin yüz- de biri dünya servetinin yüzde 45'ine (nere- deyse yarısına) sahip! Bu çarpık sistemde ve sınıf ayrımında insanın gaye olduğunu söyle- mek inandırıcı değildir. Hedef sermaye ve pa- ra; insan ise araç (İslam’da bulunan zekat müessesesi paranın yerini ve görevini en gü- zel bir şekilde göstermekte).

İslam medeniyetinde insan tasavvuru ise bundan faklıdır. İslam da esas olan insandır. İnsan merkezli anlayış özellikle Türk-İslam medeniyetini şekillendirmiştir. Şeyh Edebali “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” der (Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osman Gazi’ye ver- diği uzun öğüdün bir bölümüdür). Bu sözün arkasında derin bir felsefe ve mana vardır. Bu öğütten yola çıkılarak devletin tek amacının insanı yaşatmak olduğunun vurgusu yapıl- maktadır. Yönetim ve idare açısından insan bir araç değil, hedef ve amaçtır.

Allah’ın yer yüzündeki Halifesi ünvanlı ve yaratılmışların en şereflisi (eşrefi mahlukat) o- lan insan... Yaratılış gereği ademoğlu, diğer tüm mahluklara göre her bakımdan üstün o- larak yaratılmıştır. İnsan başlı başına bir değe- re sahip bir canlıdır.

İslam insanları istismar etmez. Efendimizin (sav) şu sözü bize bunu ne güzel anlatmakta:

İnsanoğlu birçok konuda araç-amaç ilişki- sini araştırmış, hangisinin vasıta ve hangi- sinin gaye olduğunu sorgulamıştır. Para, iş hayatı, devlet, bilgi, din gibi konular araç-amaç ilişkisi boyutuyla ele alınmaya çalışılmıştır. Felsefe, sosyoloji, teoloji / ilahiyat gibi alanlar bu soruya cevap aramıştır.

Bu konuları sorgularken belki de en önemli konu, insanın konumu, yani araç mı yoksa a- maç mı olduğu tam olarak anlaşılamamıştır. Modern ve post modern çağlarda bu konu sor- gulanmış ve halen sorgulanmaktadır. Belki de diğer soruların cevabı ve sorunların kaynağı burada saklı. İnsanın, varlıklar alemindeki ko- numu ile yaşamdaki gayesi tam olarak anla- şılmadan bu alemin neden varlığa getirildiği çözümlenemeyecektir.

Tarihe ve günümüze baktığımızda; insan

“İnsanların en hayırlısı insanlara hizmet e- dendir”. İnsan unsurunun önemini ve saygın- lığını öne çıkaran bir medeniyet, Türk-İslam medeniyeti. Kısacası amaç ve hedef insandır.

Bitkiler, hayvanlar, tabiat ve madde onun hizmetine sunulmuştur. Bunlar yalnızca in- sanların yararlanacakları bir araç olarak ele a- lınırken, insana ahlaki bir değer, yani amaç olma özelliği yüklenmiştir.

Fakat yukarıda ifade edilenlerle beraber İs- lam’ın insana bakış açısını batı medeniyetin- deki hümanist algı ve anlayış ile karıştırmamak gerekir. Kutsamak ve ilahlaş- tırmak bizim anlayışımıza terstir. Hedef ve gaye insandır (yukarıda belirttiğimiz görevi gereği) fakat insana birtakım sınır ve kırmızı çizgiler de getirilmiştir.

Hümanizme göre insanın üstünde bir otori- te ve güç yoktur (ilah da dahil). Her şeyden üs- tündür. Özgürlük adı altında hiçbir sınır tanınmamaktadır...

Batı medeniyeti hümanizm ile materyalizm arasında sıkışıp kaldı (ne yazık ki son zaman- larda Müslümanlarda bundan nasibini aldı). İki “felsefede” yaratılışa aykırı olduğu için ya- ralara merhem olamıyor. Ruh aç kalıyor, mana yerini bulamıyor. Bu iki aşırı uç arasında insa- nın değerinin ve tabiattaki konumunun belir- lenmesi önemli.

Bizim insan tasavvurumuzda, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ettiği ölçüde insana bir kıymet ve değer biçilir. İnsan “Abdullah” oldu- ğunu yani bir “kul” olduğunu unutmamalı (so- nuçta “kendini bilen Rabbini bilir”). O şuurda olmalı. “Bir insan hem hakkını hem de haddini bilmelidir” diyor Mehmet Akif Ersoy.

Adalet, iffet, vefa, hayâ, sadakat ve dürüst- lük gibi değerler onu diğer mahlukattan ayı- ran en önemli özellikleridir. Her insan kendi iç dünyası içerisinde kutsal bir değer taşımakta- dır. Bu değerler yaşandıkça hem bireyler hem de toplum istenilen seviyeye ulaşacaktır. İn- san hak ettiği değeri ve yeri bulmuş olacaktır.

Böylelikle yukarıdaki sorumuz; insanın ko- numu, yani araç mı yoksa amaç mı olduğu tam olarak anlaşılacaktır.

İnsanın bulunmadığı ve yer almadığı bir sistemde paranın, maddenin, tabiatın ve bilgi- nin bir değeri hatta gerekliliği yoktur. Az önce saydıklarımız amaç olduğunda insan araç hatta köle olur. Bu da yaratılış gayemizle çeli- şir.

İnsan tüm varlık aleminin yaratılış sebebi- dir. Bu alemin var olması insan içindir. Bu yüz- den o “gaye varlık"tır...

bottom of page