top of page
MuhsinCeylan.jpg

Tünelden önceki son çıkış

Muhsin Ceylan

Avrupa Türklerinin genç kuşakları için Türkiye nedir, ne anlam ifade eder? Bu genç kuşakların Türkiye ile kültürel ve fizikî bağları şimdilerde nasıldır, yarınlarda nasıl olur?  

 

Gerek buradaki Türk sivil toplum kuruluşlarımız (STK)'ları, gerekse T.C. Devleti açısından ihmal edilen ve dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir? 

 

Alman Prof. Dr. Stefanie Brükle’nin, Almanya’dan yurda kesin dönüş yapmış zamanın ’gurbetçileri’nin Türkiye’de inşa ettiği evlere odaklanıp yaptığı araştırmada vardığı sonuç, ’Dışı Alman, içi Türk’ gibi olmak, genç kuşakların kültür ve zihin dünyalarında da geçerli mi? 

 

Üç yıl boyunca 130’dan fazla ev sakinleriyle görüşen, Prof. Brükle,’’Evler tipik Alman yapısına sahip olsa da hane içleri Türk motifleriyle dolu. Bu da Türkler’in her iki kültürün arasında kalma serüvenin bir yansıması.’’ diyor.

 

Yaşadıkları ülkelerin yeni yerlileri haline gelen genç kuşak Avrupa Türkleri, Türkiye’ye en azından söylemde aidiyet duysalar da, zihin dünyaları ve yaşam biçimleri açılarından, bizim resmi ve STK’larımızın açıklamalarının tersine, artık buralılar. Kendilerine has yaşadıkları süreçlerin oluşturduğu, bizim kuşağın bir türlü anlamak için ciddi zahmette bulunmadığı ‘kimlik’leri yaşıyor.

 

Giyim kuşamları, eğlence tarzları, dinledikleri müzikler, düğün derneklerdeki davranış şekilleri, yeme içme alışkanlıkları vs. vs., onların kendilerini tarif ediyor.  

 

Sayıları her geçen gün azalan, kendilerini ne oraya ne buraya ait hisseden marjinal bir grubumuz da var.  

 

KENDİMİZLE YÜZLEŞMEK

Avrupa’daki varlığımız ve geleceğimizle ilgili tüm tartışmaların her türlü duygusallıktan uzak yapılmasından yanayım. Çünkü, şimdiye kadarki tartışma tarzımızın bizleri bir milim ileri götürmek yerine, halledilmesi gereken sorumluluklarımızı hep ileri atmaktan başka bir  işe yaramadığını gördük. Yani, söylediklerimiz ve eylediklerimizin örtüşürlüğü konusu başta, Mahmut Aşkar ağabeyimin son yayımlanan kitabının adı gibi, KENDİMİZLE YÜZLEŞMEK zorundayız. 

 

Acıtsa da, ikinci nesil iki kültür arasında kaldı: Üçüncü ve dördüncü neslin de tabii bir aidiyet sorunu var. Bunu enine boyuna hayatın içinden gerçekler üzerinden konuşup tartışmaya muhtacız. Etrafımıza topladığımız, resimlerini yakın plandan çekip ‘İşte Almanya’daki Türk gençleri!’ cümleli kendi kendimizi gazlamamız; kendimizi aldatmak, zamanı okuyamamak, dolayısıyla da çözüm üretme noktasında görevimizi ıskalamaktır. 

 

GENÇ KUŞAKLARI ANLAMAMA ALIŞKANLIĞI 

Genelde ‘mahalle baskısı’yla oluşturduğumuz genç kuşak grupların karşısına çıkan hatiplerimiz, akademisyenlerimiz, hocalarımız, ağabeylerimiz çok az da olsa ablalarımız ve siyasi kimlikli dostlarımız, hitap ettikleri kitlenin kendi aralarındaki iletişim dilinin, artık Türkçe olmadığını görmüyorlar. Görmek istemiyorlar. Onlar kendilerine göre ‘kutsal’ konuşmalarını, sunumlarını yapıp, bir etkinliğe imza atmış olmanın mutluluğuyla geri dönüyor.

 

Türkçe bitince, kök kültür ile irtibatınızı kuramıyor, hangi dile vakıfsanız o dilin kültürüyle, düşünüyor yaşıyorsunuz. Tıpkı bizim bizzat kendi çocuklarımız genç kuşaklarımız gibi. Yoğun olarak kafa yorduğum, dostlarımla konuşup öğrenmeye çalıştığım; -mış gibi, -miş gibi hastalığımızı acilen terkemek zorundayız. 

 

Almanya merkezli Avrupa’ya göç ve yerleşiklilik süreci bize gösterdi ki, şimdiye kadar takip edip yürüdüğümüz yol, yöntem, artık herkesin elinde taşıdığı ve hayatımızın olmazsa olmazlarından haline gelen tuvalette bile yanımızda taşıdığımız,  sosyal medya manyaklığı yaptığımız dokunmadık telefonlarımızın çağına uymuyor hadi biraz yumuşatalım; yeterli gelmiyor. 

 

Zamanın ruhunu okuyamayan ben, bunu yaşayan genç kuşaklara hitabımla, sunumumla ulaşabileceğimi sanıyorsam, bilinmelidir ki, bende ciddi bir psikolojik sıkıntı vardır. 

 

EĞİTİM Mİ, ÖĞRETİM Mİ?

Kurduğumuz her cümlede ısrarla ‘eğitim’den bahseder, vurgularız. Oysaki, ‘öğretim’ esas görevimiz olmalı değil mi? Cevabı zor bir soru, bu değil mi?

 

Kültürel kimlik ve aidiyet anlamında Türkiye ile bağın muhafaza ve korunmasıyla ilgili dostlar alış-verişte görsün türünden faaliyetler birbirimizi kandırmaktan başka bir şey değildir. 

 

Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığımız (YTB) tarafından ilk duyduğumuzda heyecanlandığımız, uygulamasını görünce de hayal kırıklığına uğradığımız derneklerimize Türkçe kütüphane girişimi fikir olarak çok süper. Fakat ne görelim, buradaki bizler ve çocuklarımıza ulaştırılan kitapların içinde, ilaçlık için de olsa bir adet buralardan bir yazarın çizerin kitabının olmamasını kimse bana izah edemez. Demek ki, sadece fikrin iyi olması değil, onun uygulaması da çok önemli. 

 

SES VERMEZSEK, BİZİ ANLAMAZLAR...

Ankara’nın, seçim süreçleri dışında biz Avrupa Türklerine şaşı bakışı hiç değişmiyor ve sanıyorum bundan sonra da hiç değişmeyecek. Bizleri temsil ettiğini ifade eden STK’larımız da, kendi kendilerine gülüp oynuyor. 

 

Gerek içinde yaşadığımız yeni vatanlardaki gelişmeler, gerekse Ankara kaynaklı yeni uygulamalar karşısında, kızacaklar ama, hep üç maymunu oynuyoruz.    

 

Buralarda doğan çocuklarımız, 23 yaşından sonra tek vatandaşlıkta karar kılmak zorundalar. Buharı üstünde yükselttiğimiz askerlik bedeli yüzünden gençler Türk vatandaşlığında kalmayacaklar. Orta ve uzun vadede aidiyet noktasında bunun sonuçlarını düşündükçe,  sizi bilmem ama bana terler basıyor, yüreğim daralıyor. 

 

Türkiye’den yazan dostlarımız gibi, buradaki günlük hayatta yaşadıklarımızı teker teker yazacak değilim, zira onu yaşayan bizlere tekrar çok mantıklı değil.

 

DÜŞÜNMEK, RUH İLE İLİŞKİ DEMEKTİR

Malumunuz, düşünmek, insanın kendi ruhu ile ilişki kurmasıdır. Bu ilişkiyi kendi kurmayanlar, içinde yaşanan toplumun hakim düşüncesinin derin etkisinde kalır. Bu da insanın her türlü kimliğini etkiler. Aidiyetten bahsettiğimi anladınız. 

 

Göçün tarihinden kaynaklanan ve yerleşikliliğin beraberinde getirdiği her türlü toplumsal sorunların çözümü için ayrıştırmadan, ötekileştirmeden ve de tarafı olduğumuzu kutsallaştırıp dokunulmaz kılmadan, içinde yaşadığımız ülkenin çoğunluk toplumu, kanunları ve anayasası çerçevesinde tüm demokratik güçlerle birlikte ortak dertler ve ortak değerler etrafında bir araya gelerek stratejik ortak bir akılla sıkıntıları müzakere etmek ve çözüm üretmekten başka bir çıkar yolumuz yok. 

 

ÇIKIŞ YOLU, ORTAK AKIL

Parti siyasetinden uzak, hizipçilikten ırak, dilimizi, inancımızı, her türlü değer yargılarımızı ve içinde yaşadığımız yeni vatanın değerlerine saygıda kusura düşmeyen yani ötekileştirmeden beslenen değil, ortak insani değerleri merkezine koyan yazarlardan, düşünenlerden, sanatçılardan, sivil toplum kuruluşcularımızdan ve de akademisyenlerden oluşan uzman ekiplerle şimdiye kadarki laylaylom türünde değil, kelimenin tam manasıyla çözüm odaklı yoğun fikir atölyeleri, çalıştaylar düzenleyip, ortaya çıkacak sözler ve tezleri de kamuoyuyla paylaşılıp onların da katkılarıyla zenginleştirip uygulamaya geçmeye mahkumuz.  

 

Bunu gerçekleştiremezsek, asimilasyona karşı tünelden önceki son çıkışı da kaçırmış olacağız... Tercih yine bizlerin

bottom of page